top of page

KISSALAR

Kur’an-ı Kerim’de, geçmişte yaşamış topluluklar ve peygamberler hakkında anlatılan ibret verici hikâye ve tarihî olaylara kıssa denir. İnsanlara doğru yolu göstermek amacıyla Allah tarafından gönderilen ilk peygamber Hz. Âdem, son peygamber ise Hz. Muhammed’dir. Bu iki peygamber arasında daha pek çok peygamber gönderilmiştir. Peygamberlerin bazılarının isimleri ve kısa hayat hikâyeleri Kur’an’da anlatılmış olup bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirilmiştir: “Andolsun ki senden önce birçok peygamber gönderdik, sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık…” (Mü’min suresi, 78. ayet.)

 

Allah’ın öğütlerinin daha iyi anlaşılması için Kur’an’da kıssalara yer verilmiş ve insanların da bu olaylardan ders almaları istenmiştir. Örneğin Hz. Yusuf kıssasında sevgi, sabır, merhamet, şefkat ve affedicilik gibi güzel davranışlar ön plana çıkarılmıştır. Kıssaların gayelerinden biri Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Elbette onların (geçmiş peygamberler ve milletlerin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok dersler vardır…” (Yûsuf suresi, 111. ayet.)

Kur’an kıssalarında, peygamberlerin ve iyi insanların sabır ve gayretle kötülüklerin üstesinden nasıl geldikleri gösterilmiştir. Diğer taraftan Allah’a inanmayanların ve kötülük yapanların da nasıl cezalandırıldıkları gözler önüne serilmiştir. Örneğin Hz. Musa’ya kötülük yapan Firavun, Kızıldeniz’de boğulmuş, Hz. Musa ile ona inananlar ise kurtulmuşlardır.

 

Peygamberler, Yüce Allah’ın seçip görevlendirdiği örnek insanlardır. Onlar, insanlara iyiyi, doğruyu ve güzeli anlatır; Allah’ın emir ve yasaklarını bildirirler. Kur’an-ı Kerim’de yer alan peygamber kıssalarında peygamberlere verilen nimetler, onların karşılaştıkları zorluklar, çektikleri sıkıntılar ve başlarına gelen olaylar anlatılır. Ayrıca peygamberlere kötülük yapanların nasıl cezalandırıldıkları anlatılarak insanların bu kıssalardan ders almaları istenir.

 

 Sabır Örneği: Hz. Eyüp

 

Hz. Eyüp, Hz. İbrahim’in soyundan gelen ve Kur’an’da sabır örneği olarak anlatılan bir peygamberdir. Bugün bile Eyüp denince akla hemen sabır gelir. Eyüp Peygamber, önceleri çok zengin bir kişiydi. Ama servetinin çokluğundan dolayı ne kibirleniyor ne de şımarıyordu. Allah’a ibadet etmeye ve insanları doğru yola çağırmaya devam ediyordu. Bir süre sonra Hz. Eyüp, çocuklarını ve bütün varlığını kaybetti. Yine de bu duruma hiç isyan etmedi. Olanlar karşısında sabırla dayanmaya çalışıyordu. Peygamberlik görevini de kararlılıkla sürdürüyordu. İnsanlar onun bu sabrına şaşıyorlardı.

 

Çok geçmeden Hz. Eyüp ağır bir hastalığa yakalandı. Bundan sonra Hz. Eyüp yataktan kalkamaz ve iş yapamaz oldu. Ancak o bu duruma sabretti. Hanımı da sabırla ona hizmet ediyordu. Yine de hâllerine şükrederek hayatlarını devam ettiriyorlardı. Geçimlerini, hanımının el işi yaparak kazandığı para ile sağlıyorlardı.

 

Eyüp Peygamberin hastalığı her geçen gün artıyor, şiddetleniyordu. Fakat o, bu durumda bile sabrediyor ve şikâyette bulunmuyordu. Bu sabırla çektiği acılara karşı kendisini daima güçlü hissediyordu. Sonuçta eski sağlığına kavuşacağını umuyordu.

 

Aradan uzun seneler geçti. Hastalığında en ufak bir iyileşme işareti görülmeyen Hz. Eyüp’ün sabrında da hiçbir azalma olmamıştı. Sanki hastalığı arttıkça sabır ve direnme gücü de artıyordu. Onun tek istediği, Allah’a kulluk görevini yapabilmek idi. Ancak hastalığı nedeniyle bu görevini yapamaz hâle gelmesi, onu korkutmuş, telaşlandırmıştı. Bu yüzden, ellerini açtı ve Allah’a şöyle dua etti: “…(Ey Rabb’im) başıma bir dert geldi, (sana sığındım), sen merhamet edenlerin en merhametlisisin...” (Enbiyâ suresi, 83. ayet.) Sonunda Eyüp Peygamber, Allah’ın yardımıyla eski sağlığına ve zenginliğine kavuştu. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmıştır: “Bizden bir rahmet ve akıl sahipleri için de bir ders olsun diye, ona hem ailesini hem de onlarla beraber bir benzerini (kaybettiklerini fazlasıyla) verdik.” (Sâd suresi, 43. ayet.)

 

 Allah, karşılaştığı zorluklara ve sıkıntılara sabreden Eyüp Peygamberi Kur’an-ı Kerim’de şöyle övmektedir: “…Gerçekten biz Eyüp’ü sabırlı bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah’a yönelirdi.” (Sâd suresi, 44. ayet.)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KISSALARIN KONULARI

 

Kur'ân-ı Kerim'de: Hz. Âdem ve iki oğlu, Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz.İshak, Hz. Lût, Hz. Ya'kub, Hz. Yusuf, Hz. Şu'ayb, Hz. Mûsâ, Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman, Hz. Eyyûb, Hz. Yûnus, Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya, Hz. İsâ gibi enbiya kıssaları çok geniş bir yer tutar. Bunlardan bazıları üzerinde, daha büyük bir önemle durulur. Mesela, Hz. Âdem'in yaratılması, kendisine bütün isimlerin öğretilmesi, meleklerin ona secde etmeleri, İblîs'in onunla eşini kandırması ve onların da Cennetten çıkartılmaları; Hz. İbrahim'in babasını hakka davet etmesi, onunla tartışması, kavminin putlarını kırması, Allah'ın tek Tanrı olduğunu öğretmek için kavmine istidlâl yolunu göstermesi, bir kral (Nemrud) ile tartışması, Kâbeyi inşa etmesi vb.; Hz. Mûsâ'nın doğumunu çevreleyen ortam, doğumu, ırmağa bırakılması. Firavun'un sarayında büyütülmesi, kendisine risalet verilmesi, Firavun'u hakka davet etmesi ve onunla yaptığı çeşitli münakaşalar, Firavun'un sihirbazları ile karşılaşması, İsrailoğulları ile birlikte Mısır'dan çıkışı, altun buzağı olayı. Cenab-ı Allah'ı görmek istemesi, İsrailoğullarından çektiği sıkıntılar vb. Hz. İsâ'nın babasız olarak bakire Meryem'den dünyaya gelmesi, beşikte iken konuşması, gösterdiği çeşitli mucizeler, İsrailoğullarını irşad etmesi, Mâide meselesi, öldürülmek istendiği halde bunun başarılamaması vb. kıssaları,

Meryem, Uzeyr, Zulkarneyn, Lokman gibi salih kulların kıssaları,

Peygamberlerin kavimleri ve özellikle İsrailoğulları, Ashabu'l-Kehf, Ashabu'l-Uhdud, Ashâbu'l-fîl gibi toplulukların kıssaları,

Firavun, Kârûn, mağrur hükümdar (Nemrud) gibi sapık yola sürükleyenlerin kıssaları.

Ve nihayet Hz. Peygamber Efendimiz'in hayatının ve nübüvvetinin safhalarına ait genişçe bir bölümü kapsayan olayların (İsrâ', mi'rac, hicret, Bedr, Uhud, Ahzâb, Hz. Peygamberin içtimaî ve ailevî hayatı vb.) kıssaları bulunmaktadır.()

 

 

 

 

 

 

 

 

KISSALARIN GÂYELERİ

Kıssanın gayesi, "Kur'ân'ın indiriliş maksadlarını gerçekleştirmektir"', cümlesinde hülâsa edilebilirse de, biraz tafsilâtlı olarak gayelerini sınıflandırmak faydalı olacaktır. Bunlar şunlardır:

1- Hz. Muhammed'in nübüvvetini isbat etmek. Peygamberimiz gibi kavmi de, geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin durumlarına vâkıf değildi (Yusuf, 12/102; Kasas, 28/44-46). Böyle olduğu halde, onları Kur'ân vasıtasıyla doğru bir tarzda anlatması, Allah'ın vahyine mazhar olduğunu gösterir. Kur'ân'da anlatılanların kısmen Tevrat kıssalarına benzemekle beraber, bazan önemli hususlarda onlardan ayrılması, hele o ayrıldığı hususların yanlış olup yakın zamanlarda (ancak muâsır dönemde) yanlışlıklarının anlaşılmış olması, kat'î olarak vahy olduğunu gösterip hiçbir şüpheye yer bırakmaz.

2- Bütün peygamberlerin İslâm'ı tebliğ ettiklerini göstermek. Bu gerçeği pekiştirmek için Kur'ân, peygamberlerin kıssalarını, birçok durumda peş peşe serdeder. Enbiya sûresinin 48-92 pasajı bunun güzel bîr örneğini teşkil eder ve son âyet bu uzun anlatımın asıl gâyesini bildirir: "Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir); Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) yalnız Bana kulluk edin." Tâlî gâyelere ise, kıssaların arasında temas edilmektedir. A'raf, 7/59-85; Hûd, 11/25-99; Şu'ara, 26/10-191 pasajları da bu mahiyettedir.

3- Muhatapların ders almalarını sağlamak. İnsan, kıssalarda anlatılan iyi kişileri takdir edip onlara benzemek ister; kötülerden nefret edip huylarından sakınmak lüzumunu hisseder. Çünkü tarihin işleyişinin, her iki grubun âkıbetlerini açıkça ortaya serdiğini görür. Toplumlar çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin uzak bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim değil, örnekleri her zaman bulunabilecek birer tip olarak arzedilmektedirler.

İbretin bir başka nevi, özellikle peygamberlerin mûcizelerinde rastlanan, ilmî gelişmeyi teşvik edici nitelikteki işâretlerde tezâhür eder. Herbir âyetin, çeşitli irşad vecihlerini ihtiva edebileceği, İslâm âlimlerince kabûl edilmektedir. Âyetlerde delâlet kuvveti farklı olan çeşitli mâna tabakaları bulunabilir. Peygamberlerin manevî faziletlerinin anlatılmasıyla muhatap, onların kemallerinden yararlanmaya teşvik olunduğu gibi, onların mûcizeleri anlatılmakla peygamberleri bu sahada da örnek almaya zımnen teşvik edilmiş olabilir. Kur'ân'ın bu zımnî (gizli) irşad nev'ini bazı misallerle açıklayalım:

Sebe', 34/12 âyetinde, "Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı, Süleyman'a musahhar kıldık ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık" buyurulur. M. Hamdi Yazır bu âyete göre, Hz. Süleyman'ın bir günde asgari 1.800 km. mesâfe kattettiğini hesaplar. Bu âyetten aero-dinamik kanunlardan faydalanmaya gizli bir teşvik sezilebilir. Zira -mucize olmasına rağmen- Hz. Süleyman bu işi vâsıtasız yapmış değildir, hava (rîh, rüzgâr) vasıtasıyla, havanın özelliklerinden istifade ederek gerçekleştirmiştir. Havanın hareket kanunlarına dikkat çekmek hikmeti olmasaydı, Allah Tealâ onu vasıtasız olarak o mesafelerden aşırtır ve Kitabında da havayı sebep kılarak bu mucizeyi gerçekleştirdiğini bildirmezdi. Ayetin son kısmı, bakırı sel gibi akıtmayı, Hz. Süleyman hakkında ilâhî bir lütuf olarak zikretmektedir. Az önceki 10. âyette de Hz. Dâvud'a "demirin yumuşatıldığı" beyân buyurulur. Muhakkik müfessirimiz M. Hamdi Yazır, naklettiği diğer tefsirleri zayıf bulduğuna işâret etmek ve âyetteki ilmî irşada dikkati çekmek için, "Biz, bunun bir atiyye-i ilâhiyye olan bir ilm u san'atla akıtılmış olmasını daha ehemmiyetli buluyoruz" der.(2) Böylece Kur'ân-ı Kerim, demiri işletmeyi ve bakırı eriterek sel gibi akıtmayı, bu âyette büyük bir ilâhî lütuf olarak bildirmekle, madenleri bulup işletmenin, sanâyiin ve maddî kuvvetin esası olduğuna işâret ve bu nimetten istifadeye teşvik etmektedir.

4- Kıssalar, Hz. Peygamber'in ve müminlerin kalblerini takviye ederler. Tebliğ külfetinde karşılaştıktan meşakkatlere sabır ve hizmette sebat etmelerini kolaylaştırırlar. Çekilen çilelerden sonra Allah'ın nusratının, önceki peygamberlere ve cemaatlerine geldiği gibi, Kur'ân'a tâbi olanlara da geleceği anlatılmak istenir.

5- Nimeti bildirip hatırlatmak. Allah'ın, nebilerine ve seçkin kullarına ihsan etmiş olduğu nimetler de, kıssalarla bildirilir ve hatırlatılır. Hz. İbrahim, Yunus, Mûsâ, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahya, İsa (onlara salat ve selam olsun) kıssalarında olduğu gibi. Bazı yerlerde, bu peygamberlerin kıssalarından birkaç halka gelir ve oralarda nimet, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Orada nimetin meydana çıkması, birinci gayedir; kıssanın öte tarafı ise, bu gayeyi belirtmek için serdolunmuştur. Böylece Allah'ın, Kendisine olan bağlılığı ve itaati mükâfatsız bırakmayacağı bildirilmiş ve insanlar da, onlara benzemeye özendirilmiş oluyor.

6-Şeytandan sakındırmak. Kıssaların gayelerinden biri, şeytanın aldatmasına karşı Âdemoğullarını uyarmak, Şeytanla kendilerinin arasında, işin başından beri sürüp gelen düşmanlığı belirtmektir. Bu düşmanlığı kıssa aracılığı ile göstermek, daha etkili olur. Böylece nefiste, şerre çağıran vesveselerin önünü almak, daha çok mümkün olur. Bu, ebedî bir mesele olduğundan, Hz. Âdem ile İblîs kıssası bir çok yerde tekrarlanmış, böylece çarpışmanın, baştaki cüz'î hadiseye münhasır kalmayıp, bütün kâinatta ve her insanın benliğinde her an devam ettiği vurgulanmış oluyor.

KISSALARIN ÖZELLİKLERİ

 

Kur'ân kıssaları, aslında, insanlara hükmeden ilahî kanunların icraatından ibaret olan birtakım hareketler, görüntüler ve sesler halindeki tarih manzaralarıdır. Hikâye ve romanlarda eserin kahramanı, zaman ve mekân unsurları büyük önemi hâizdir. Halbuki Kur'ân kıssalarının gerçek kahramanı, olayların kendi etrafında döndüğü şahıs değildir. Kıssanın, gerçek kahramanı insanın inanç, ahlâk ve davranışlarına sıkı bir şekilde bağlı olan tarihî kanundur. Kıssanın kahramanı, meselâ Hz. İbrahim ve muhatabları değil, tevhîd ve şirk, tarihî realiteleridir. Yahut Hz. Yusuf ile ev sahibesi değil, Yusuf'taki iffet ve emânet ile, kadındaki şehvet ve hıyânettir. Gerçi Kur'ân'da hayat, unutamayacağımız bazı şahsiyetlerde hareket eder, fakat Kur'ân üslûbu, kıssa kahramanlarını, olayın mihveri yapmaya lâyık bulmamıştır. Kıssalar tezli kıssalardır, güdümlü hikâyeler değildir. Kur'ân hâdiseye dikkati çektiğinden, zaman ve mekân unsurlarına zikre değer bir yer vermez, onları bildirmez. Zira hâdiselerin, ibret vermek gâyesine hizmet etmeyen ayrıntılarına girmek, meseleyi teferruata boğarak kıssadan çıkacak hisseye gölge düşürebilirdi.

Kıssaların en çok dikkati çeken özellikleri şunlardır:

1- Tekrar hususiyeti: Muhatap Âdem, Nûh, Musâ aleyhimüsselâm ile ilgili bazı kıssaların tekrar edildiğine şahid olur. Aslında tam bir tekrar yoktur. Sûrenin genel havası ve siyak münâsebetiyle aynı kıssa, her seferinde değişik ayrıntılar eklenerek farklı üslûpla ele alınır ve bu farklı detaylar, değişik ibretlere medar olurlar.

Tekerrür, esas dinî maksadın farklı üslûplarla tebliği durumundadır. Sıradan meseleler tekerrür etmez. Meselâ Hz. Musa'nın doğumunu çevreleyen şartlar, gençliği, evlenmesi tekrarlanmaz, ama Firavun'la karşılaşması, sihirbazlara söylediği sözler, risâletin hedefi yönünden çok mühim olduğundan, dinî maksad, tekrarlanmalarını gerektirmiştir.

Keza aynı şahısla ilgili kıssanın, çeşitli yerlerde zikredilen unsurları, ihtilâf veya zıtlık olmaksızın, bir tek konu teşkil eder. Değişik pasajlar bir araya getirildiğinde, konunun büyük ve detaylı bir tablosu elde edilir.(4) Yalnız unutmamak gerekir ki kıssanın eklem yerleri durumunda olan bazı halkalarını tekrar etmekten kaçınmak mümkün değildir.

2- Kur'ân kıssayı hangi maksad için serdediyorsa, hâdisenin sadece o mikdarını zikreder. Dinî gâyeyi ifâde etmesine önem verildiğinden, tarih sırası gözetilmeksizin başından, ortasından veya sonundan anlatılabilir.

3- Muhatap kıssadaki olaylar içinde dalıp gitmeye bırakılmaz, arada dinî irşad ve tevcihler serpiştirilir.

Kıssalarda şu sanat özellikleri bulunduğu görülür:

1- Muhatabı sürükleyen bir girizgâhla başlanır.

2- Temsilî anlatım tercih edilir, yani önemli sahneler gösterilip birçok teferruat muhayyileye bırakılır.

3- Hâdiseler kuru, didaktik ifâdelerle sıralanmaz, canlılık ve hareket dolu bir tasvirle müşahhas hâle getirilir.

  • White Instagram Icon

© Copyright 2023 by Springfield School. Proudly created with Wix.com

Contact Us

Tel: 123-456-7890

Email: info@mysite.com

Address

500 Terry Francois Street

San Francisco, CA 94158

Kur’an’ın ana konularının başında inanç gelmektedir. İnanç, Allah’ın Peygamberimiz aracılığıyla gönderdiği ilkeleri tasdik etmek ve bunların doğru olduğunu tereddütsüz kabul etmektir. İslam inancının temelini tevhit oluşturur. Tevhit, Allah’ın tek olduğuna; eşi, benzeri ve ortağının olmadığına inanmaktır. Bu nedenle tevhit Kur’an’da üzerinde önemle durulan bir konudur. Örneğin tevhit inancı İhlâs suresinde şöyle açıklanır: “De ki: Allah birdir. Allah samettir (Her şey ona muhtaçtır. Hiçbir şey ona muhtaç değildir.). O doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi (benzeri) yoktur.”

 

Kur’an-ı Kerim’de Allah inancı, melekler ve onların görevleri, peygamberler ve onların mücadelelerinden bahsedilir. Ayrıca Kur’an’da, kader inancı ve ahiret hayatı gibi hususlar da yer alır. Örneğin bu inanç esaslarından bazıları Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilir: “Peygamber Rabb’i tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar…” (Bakara suresi, 285. ayet.)

bottom of page